10 Kasım 2024 Pazar

Havada Bir Hinlik Var

Durmak bilmez taşkınlarıma zamansız bir şekilde set çekebilmeyi bazen seviyorum. Gündelik yaşamın beraberinde getirdiği monotonluğu, en azından bir süreliğine de olsa durdurabiliyorum. Sonra arkama yaslanıp vaziyeti gözlemliyorum. Sıkkınlık ve bunaklıkla öylece koltuğumda sayıklıyorum. Zaten insan yirmilerinde başka ne yapabilir ki ? Artık başka çayların tadına bakmaya başladım. Adı hibiskus olmalı o çayın ismi. Tanıdık bir tat bırakması için zaman zaman limon dilimliyorum içine, rahatlatıyor beni. Öyle yabancı duyulara karşı gelebileceğim bir mekanizma icat edemedim henüz, ne yapayım ?
Şimdilik tadı beni memnun ediyor ama alışmasam iyi olacak. Betimlemelerden kaçınmak için son zamanlarda hayatımı olduğu gibi yaşamaya gayret ediyorum. Bu işleri daha kolay bir hale sokuyor en azından. Bu yüzden artık daha az konuşuyorum, daha az gösteriyorum çünkü doğal denge tabiatına aykırı bir şekilde kendini betimlemiyor. Bu derecede kompleks bir olguyken bile, netliğiyle nizama sokuyor insanı. Nizama girebilmek için hibiskus çayı içiyorum. Deprem olduğunda yere kapanıyorum. Canım acıdığında kabuk basıyorum. Basit önlemler ile işte bir çok şeyi mahvetmek işte bu kadar kolay. Yanılgıların insanı zafere sürüklediğine delalet gösteren pek çok dinle ya da sistematik inançla karşılaşırız zaman zaman. Her şeyi mahvetmenin beraberinde getirdiği yıkımı, hiçbir zafer böylesine mutlu hissettiremez. Arınmanın böylesi belki zaferlerin en büyük yenilgisi. Pür pak olabilmek için parmaklarımın kenarındaki etleri yoluyorum, yarım yarım harcıyorum, sızıyı durduramıyorum. Oturduğum koltuk gıcırdıyor, işittiğimi duyumsayamıyorum. Sonra bilincimi yitirip ölüm uykularına dalıyorum; yağmurun yağdığını görüyorum, rüzgarın ince bir ıslık gibi kulağıma iliştiğini duyuyorum. İlk titrediğim ayazdaki kaskatı vücudumu izliyorum. Hissediyorum ve uyanıyorum. Betimlemelerin her biri daha bana ulaşamadan sinir sistemimde irili ufaklı dağılıyor ve ben artık onları ellerimde tutamıyorum. Tabii tüm bunların beraberinde hibiskus çayı içiyorum. Limon tanıdık bir tat yaratıyor zihnimde. Arkadaşımın beklenmedik çağrısı üzerine ufak bir mola verdim az evvel. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim. Sahi nerede kalmıştık ?
 

23 Ağustos 2024 Cuma

Ahenkle sürdürülmüş acı

 Bugün tam yirmi yaşındayım. Esasen epey vakittir yirmi yaşındayım. Bana bu denli önemli gelmesinin arkasında öyle aman aman sebepler yatmamakta. Belki gri ve flulaşmış anıların arasında bir yerlerde hep bu zamanların hayalini kurmuş olmam saklıdır, bilemem. Bir yabancı gibi olmadım hiç bir zaman kendime. Hep eş belledim, dost belledim kendimi. Sağ olsun o da hiç hayal kırıklığına uğratmadı beni. Belki az da olsa uğratmıştır. Pişmanlık duymadım öyle çok fazla. Çünkü pişman olabilecek kadar yaşamadım henüz. Sinsi bir tilki dolanıp durmadı öyle zihnimin bir köşesinde. Su doldururken hiç boğmaya çalışmadım kendimi. Ettiğim kötülük tırnağımın kiri. Bazen düşünedurdum; "ya kendimden başkaları da varsa" diye. Onları da su doldururken hiç boğmaya çalışmadım. Bir dünya kurmuştum gözlerimde, seyrine kapıldım ya da kör kaldım. Hissettiğim şeylerden mağdur olmadım. Hissettirenlerin yanında mağrur kaldım. Kibirle boyandım, tevazu'yla dolandım etrafta. Evim bi' orda bi' burada. Yılanlar her bir tarafta, boyuna koluma sarılmakta. Hançeri saplamış olmalıyım ki, böyle saldırıp dururlar her anda. Hançer demişken ne çok istemiştim ona sahip olmayı baba. Pek mi layık göremedin bana ? Harput'ta bir dağda. Öyle sana bana satılan, herkesin meraklılığında, gözünün önünde. Ben mi layık değildim tek el kadar bıçağa ? Öyle paha biçilmez değildi, ışıltısı her yere saçılan değildi. Elime ne yakışırdı ama değil mi baba ? Boşver, yakışmasın. Gofretleri almayı unutacağını bilirdim ben her zaman. Ya da dolapta kalan 3-5 şeyi yiyeceğini. Ben seni hep bilirdim baba. Öyle ipsiz sapsız birisi değildim ben. Berduş hiç değildim. Ekmeğin zor kazanıldığı bu kahpe dünyada bıçak bilemeye razıydım ben sana. Ah o sebepler, ah o sözü dahi edilemeyen kuru laf kalabalıkları... Ben anlatayım derdimi yine kendime, ne fayda yaralı kalbime. Kendimi yeterince acındırdıysam esas meseleye gelelim. Ben ve benim gibi olanlar için üç fasıllık deneme:

1- Sebep

Derdi olan derdine derman ararken huysuz olur. Şımarık bir çocuk gibi dolanır durur. Aslında şifasını kendinde aramaktan yoksundur. Vakitlice bir zaman kendinden durulmuştur. Akan suyu yersiz mevsimlerde taşkına vurur. Yakar, yıkar, örter belki de boğar. Tedavi zor, imkanlar kısıtlı. Uzak durulmalı böylesinden ya da kendine bırakılmalı. Kompleks değildir aslında, tek taraflı. Su yolunu buluncaya dek geçer zahir gönlü kapalı tutulmalı. 

2- Zaman

Kayıtsızlık ve muadili olan diğer hengamelere pek zamansız yakalanılmaktadır. Tıpkı diğer başlıkta belirtilen zamansız taşkınlar gibi. Bazen zaman önceden fark edilir, bazen edilemez. Delinin sopası ne zaman sallanır bilinmez. İnancıyla zedeler, fikriyle hükmeder. Ancak ne zaman eder bilinmez. Emin olmaktan yoksun, yoksun olmaktan emin bir ifade takınır. Tevellütten bellidir aslında ifadeleri, görünüşü itibariyle o bir deli.

1 Ağustos 2024 Perşembe

11 Ağustos 2020 Salı

Sabiydim, pekte asabi ve dahi kendine dönük bir yüzden ibarettim. O gün terk ettim ev bellediğim meskeni. Yüzüm ak gibiydi annemin helal sütü gibi. Estim, gürledim ve söndü ateşim. Düşler meclisinde kurmuştum aslında her şeyi. 4 koca yıl eskidi zaman ve mekanda. Her bir düşünce sarpa sardı beynimin bir kenarında. Yola koyulmam gerektiğinin farkındaydım ve öyle de yaptım. Nerden bilebilirdim her şeyimi o gecede kaybedeceğimi. Pişman değilim ama bu kadarını da yapmasaydım keşke. Evimi buldum bulmasına, ancak diğerinden oldum zamanla. Bir hane, sürüp giden zamana bu kadar mı karşı koyamazdı? Koyamazdı. Sarmaşıkları koparmış babam, çatısız damımızı seyreder olmuş şimdilerde el alem. Halılar zaten yok, çoktan yalın ayak kalmışız bir başımıza fayanslarda. Odalar, bahçeler eski kötü kokan eşyalarla dolmuş; sinip giden ruhumuzun yerine pislik konmuş. Gözleri sinirden kan çanağına dönen birisiydim ben baba. Şimdilerde içim bir ideoloji fanatiğinin beyni kadar boş. Seni anlıyorum baba; yirmilerinde bıçkın bir delikanlı halimle değil, babasını asırlarca bekleyen bir çocuğun bozuk ritimli kalbiyle. 

15 Mayıs 2024 Çarşamba

Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor yürekten gelenin doğal rengini

Adi bir fotoğrafın tebessümüyle yalpalandım bu gece. Aslında hiç tahmin edemezdim böylesini. Beynimde bir tını dolanıp duruyor, yüreğimi dağlıyor. Melodramatik insan tipinden kopamıyorum. İçselleştirdiğim her duygu yüzüme yüzüme paralanıyor sanki. Bu acı eninde sonunda beni kaçınılmaz sona sürükleyecek, artık bundan eminim. Elimde olmayan sebeplerin birer birer gün yüzüne çıkması ve içinde beni sindirmesi artık kabullendiğim bir mesele. Gururumun o iğreti tarafıyla her gün zaten yüzleşmekteyim. Artık yapayalnız bir kimseyim. Elimde ne varsa kurudu. Şimdi, sadece var olan gerçekliğimle baş başayım. Kendimi, kendimden aforoz edebilmeme ramak kaldı. Artık günahlarımın affedilir tarafıyla ilgilenmiyorum. Yeteri kadar acıya ve kedere haliyle doydum zaten. Tek isteğim sadece uyuyabilmek. Gözlerim bulanık, zihnim bir o kadar karışık. Memnunum aslında bu halimden. Boğazıma bir ilmek kendi ellerimle olsun, ne fark eder bu saatten sonra ? İnsanları görüyorum, görmekteyim lanet olsun ki ! Ne olurdu, biraz insan olduğunuzun farkında olsaydınız ha ? Kompleks duygularınızı bu kadar sistematik ve rasyonel temeller üzerinde neden tutmakta hep ısrarcısınız ? Sevmek, üzülmek ya da nefret etmek neden bu kadar zor sizler için. Kendimi yırttım, çoğu zaman paraladım. Ağlamaklı sesimle yalvardım sizlere, sadece gaddar olmayı yeğlediniz. Her şey oldunuz ama insan olamadınız. Kabuğunuzu her fırsatta yüzümüze çaldınız. Oysa sizlerin de etten bir kalbi, dikensiz elleri vardı. Neden hiçbir zaman sarmalamak için çabalamadınız ? Neden hiçbir zaman korkusuzca hasret kaldığınız kokuları solumadınız ? Neden çocuksu bir inançla bir şeyleri müjdelemekten ve mutlu olmaktan kendinizi esirgediniz ? Neden sevmekten utandınız ? Neden insan olamamaktan utanmadınız ? 
Bırakın, yanıtlar artık size kalsın. Kör olmaktan sakınmadınız bunca zaman, şimdi ağzınız açılsa ne fayda ?
Bir çocuğun merhametini, inancını, sevgisini ve kendisini yitirttiniz bu gece. Eserinizle gurur duyabilirsiniz artık bence. Başkalarının gözleriyle bakabilseydiniz keşke kendinize. Oradan ne kadar iğrenç, vasat ve aciz olduğunuzu anlardınız belki. Ama sizin gözleriniz bile kirliydi zaten. Bakabilmenin doğallığını ve güzelliğini başka gözlerle kirletmenizi istemezdim. Düşünmenizi isterdim başka birinin bilinciyle, ancak yine olmazdı. Elinizi nereye atsanız, ya yanar ya sönerdi. Dünyayı değiştirmek üzere çıktığınız yolu, zifte bulayıp terk ettiniz. Kullandınız ve attınız. İşinize yarayan ne varsa sömürdünüz. Geriye bir iz bıraktınız, belki bir yara. Sözleriniz oldu o izler kimi zaman ya da sadece vasat varlığınız. Çamurlu ellerinizi pisliğe buladınız. Sözünüz de durmadınız, insanı şaşırttınız. Şimdi geriye bir enkaz bıraktınız ya da sizin değiminizle bir iz. Bu mukaddes dünya sizlere ait artık. İçinde saf kavganızı, saf davanızı bağır bağır yaşayabilirsiniz. Kendi öfkenizi ve haya getirmekten endişe ettiğiniz bedeninizi gururla yaşayabilirsiniz. Düşünseline baktığınız bir gün anlayacaksınız her şeyi. Kenetlenerek ilmek ilmek ördüğünüz nefreti, doyasıya yaşayacaksınız içinizde. Ben bugün ağlamaklı gözlerimle terk ediyorum bu pisliğe bulandırdığınız dünyayı, alın hepsi sizin olsun. Doyun, mutlu olun ya da en iyisi hep yaptığınız gibi sadece sanmakla yetinin her şeyi. 
Ahlakınızın saydamlığı kadar olsun ömrünüz.  

18 Nisan 2024 Perşembe

Buhran

Göğsümden kaçıp kurtaracak kendini ur. Debelenme süresince yakıp yıktığı duvarları aşıp varacak mahalline. Geriye ur kalacak, geriden bir iz duracak. Derimi yüzdüğüm günden bu yana, saklı cennette düşledim izlerini. Takip etmenin, edebilmenin yollarını kurcaladım saatlerce. Bazen bir sözde buldum şehvetini, bazen kelimelerin tuhaf yerleşik hallerinde. Tüm yollar sana çıkarken, kendimi kaybettim zannedersem.  Sarmaşıklar uzamış bir hayli görmeyeli. Kaplamış tüm evi domuz bağı gibi. Sahi ne zamandır susmadı yağmurlar ? Sağanak halinde bi' öyle bi' böyle dengemi altüst etti. En azından mutluyum, bahar benimle. Toprak hiç doymazmış gibi susamış yağmura, hasretiyle içine alıvermiş gördüğü ilk bedeni. Yanlışmış, yanlış. Cesedini emecek toprak, doyuncaya dek. Öyle bir an gelecek ve filizlendiğin yerden ulaşacak dalların hasretli rüzgara.

2 Şubat 2024 Cuma

Serim Düğüm Çözüm

 Matemin hüznüyle kavrulan bir beden benimkisi. Safsataların eşiğinden ayrılmayı bekleyen, bir o kadar dalgın ve huzursuzca kaçan. Kelimelerin dallarına budaklanmış bir avuç kuş kadar yavru, bastığı yeri titretircesine sallayan bir fil kadar ağır ve yaşlıyım şu sıralar. Emekliliğime fazlaca bir ömür var. Henüz genç sayılırım takvimlerce ve rakamlarca. Ne acelem vardı sanki ? Annemin karnında oyuk açarcasına tekmelemiş ve durmuş ve de hayasızca çıkagelmişim bir anda. Hiç acelem yoktu sahiden. Oldu olacak sanırsam annemin de erken bırakası varmış beni. E o da haklı tabi. Dokuz ay az zaman değil. Oldu olacak hiç doğmasaymışım bari. Sorunun kendisi bu değil esasen. Sorun ney sahiden ? Dalgın rüyaların, dalgalı ve ucu bucağı görünmeyen yolları mı ? Bilmiyorum. Uzun zamandır yanıtsızım her soru sonunda. Vermeye kıyamadığım sayısız cevap işin cabası tabii. Oyunlar oynuyorum uzun zamandır. Adını hatırlamaya tenezzül bile etmeyeceğim oyunlar. Sırlar saklıyorum oyunların içlerinde bir yerlerde. Kimseye adından bile bahsedemeyeceğim sırlar. Yalanlar söylüyorum içimde. Kabulüne eremeyeceğim sayısız yalanlar. Her biri benimle, aynı suretle yıllardır hareket ediyor. Mantığım kelimelerle içimde yer ediniyor. Şarkılar evet şarkılar. Her birini sayısız kez duymuş olmanın sıkıcı tarafıyla yoğrulduğum şarkılar. Her şeye rağmen olsun. İçimde ukde kalan kendimden başkası değil. İnsanız ya elbet, sidik torbası gibi şişip iniyoruz ara sıra. Varlığımız, doldurabildiklerimiz kadar. Güneş var bir küsur haftadır. Sahte sıcaklığın içinde donuyorum ve gıkım bile çıkmıyor. Yer yüzü bile olduğu gibi görünmekten aciz ve kifayetsiz. Kaldı ki ben yeterli olacağım, peh. Canım acımıyor ne yalan söyleyeyim ama iyi de değilim. Havaların bu anlamsız puştluğu ve içimdeki sayısız oyunun ahmak birleşimi, beni ziyadesiyle yıldırıyor. Kelimelerim anlamlarıyla beraber yitip, bitiyor.

                  

18 Ocak 2024 Perşembe

Bir Rüya Gördüm

 Bir rüya gördüm bu gece. Ellerim boş, dilim kupkuru ama mutlu ve mahmurdum. Serçe parmağımdaki yüzük çok sıkmıştı ruhumu, gevşettim bir an parmağımdan. Çöp kutusu ağzına kadar dolmuş, sıçmak üzereydi sanki. Bir düğüm attım, sokağa fırlattım. Yine kurtardım birilerini alegorik mağarasından. Aşklar, ihtiraslar, ışıltılar, parlak ve yapışkan, homojen ve pis kokan her şey ilk böyle başlardı. Sonra gördüm günümü. Yatmadan uzun uzadıya düşünmüştüm zaten. Kendi kendimi becerdim yatağımda yine. Bu yüzden muhtemelen gördüm rüyamı. Müzikler canlandı tırnaklarımın arasında, yavaş yavaş sızdı ve kurudu gitti. Ahlaksızca çırpındırdı kendini, sanki ellerimle tutsam kalacakmış gibi. Bir ara idrar zorlamış olacak ki, içimin sıkıştığını hissettim. Sonra Truva gibi çifte attım, kaçtığım gibi arkama bile bakmadım. Zaman tacirleriyle karşılaştım bir ara yolda. Bana ihtiyacım olan nedir diye sordular. Ne dedim anımsamıyorum. Zaten ben ne desem anımsamam genelde. Deve sidiğini hacet kıldığını bildirdi şahsıma. Kabul etmedim başta tabi. Sonra yararlı dedi, al kullan. İtiraz ettim, almam dedim. Al al dedi, var git yoluna. Aldım sonunda. Attım yolun kenarına. Bir vadiye vardım; serin mi serin, yoksun mu yoksun. Öyle dopdolu bir mülk. Sonra yağmur başladı yağmaya. Islandım epeyce. Üzüldüm de biraz. Neyse bu önemli değil. Çok ıslanmış olacağım ki, bir ara rüzgarın sırtımı okşadığını hissettim yavaş yavaş. Zaten yavaş yavaş olurdu her şey; kan, ter, hastalık, yaşam, ölüm. Yavaş yavaş sırtıma vurmuş olacak ki, hızlı hızlı hastalandım. Sonra şifayı yine ıslanmakta aradım. Damla damla terledi bedenim, yok oldu gitti. Yine yağmur yağdı yolda, suya karıştım sonra. Aktım gittim, buldum kendimi yolda.

9 Ocak 2024 Salı

Boşuna aldanışlar, aldırışsız adanmışlıklar

Ben işte gecenin bir yarısı bekleyen kendimi ve kendimce olanı. Ben işte bu hayasız bekleyişlerle yitiren kendimi, ben işte. Zamanın uçsuz bucaksız bir kentinde yapayalnız ve bir o kadar kalabalıktan memnuniyetsiz akışkan varlık. Saptanmış bir bilgesizlikle aldanan, aldatan ve bir o kadar kendinde olmayan ben. Ey gecenin karanlık ve sessiz çukuru; al beni içine, sakla ve bir daha çıkarma yer yüzüne. Taş üstünde taş bırakma bu ipsiz dünyamda. Salıverdir kendimi, yalpalamadan bırakayım şöyle bir mahkûmiyete esaretimi. Şarkıların cilvesine, güzelliğine kandım; kendimce eğlendim ve yandım. Küllerimi savur etrafa, kurut meyvesiz çırpılarımı. Ey mabetlerin ihtişamlı kubbesi; büyütme daha fazla yüreğimdeki yangını. Ya beni söndür ya da harla ki, daha da parlayıp yok olup gideyim ! 
Şarapların en kırmızısını, yer yüzünün en beyaz nergisini sevdim en çok. Toprağımla beraber, can suyumu armağan ettim tüm gecenin en karanlık yüzüne. Şimdi kararan toprağım, gök yüzündeki aydınlık yıldızlarca fark edilecektir. Yalnız karanlık bulutlar ay ışığıyla bezenir, gelin gibi parlar bir nergis gibi. 

14 Aralık 2023 Perşembe

o kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım

 Uzun soluklu rüyaların ve yanı başımda beliren karabasanların öfkesinden kaçıyorum, kaçıyorum da soluklanamıyorum. Öfkelenmenin maiyeti yok artık bir çok şey için. Öylesine sap sarı ve buz gibi durmanın tam sırası şu sıralar. Sakince yudumlarken çayımı, şöyle geriye doğru itiyorum kendimi. Aman düşmesem ne harika olur değil mi ? Odam lanetli gibi, bozuldukça toplanan, temizlendikçe kirlenen ve o soluksuz, ne olduğu bitmeyen düşsüz kabusların ortak kesişim kümesi gibi. Olsun manzaram güzel en azından. Bir avuç gece meczubunu sessizlikle seyretmek, işkolik emekçilerin ve suratsız öğrencilerin çaresiz bakışlarını görmek bir bakıma eğlenceli. Farkında değiller onları izlediğimin. İşin sapıkça ve en güzel tarafı da bu sanırım. İlahi bir kontrolcü bakış sanırım utanç verici olmalı. Benim için değil en azından. Hem orada dolanmalarını ben söylemedim onlara. Belki ömrünce görünmemiş sayısız insan, her gün benim gözlerimin arasından birer, ikişer geçiyor ve diğer herkes gibi kayboluyorlar kaldırımlar arasından. Karanlığın ürpertici yanı uzak kalıyor onlar adına. Tütünün acımtırak tadı midemi bulandırıyor. Dilim zımpara kağıdı gibi sanki. Son günlerde kansızlıkla suçlanıyorum. Yersen. Karşıdaki büfenin sahibi Refik abi son derece emin bir ifadeyle kendini vatansever olmakla ön plana atıyor. Bunu yaparken aynı zamanda kendisi gibi olmayan insanları kansızlıkla suçlama eğiliminde. Öyle ki bir gün ülkede savaş durumu vuku bulursa, en önde saf tutacağını ifade ediyor. Ama bazı kişeler kendisi hakkında olumlu yargılarda bulunmuyorlar. Vaktiyle kolay para bulmanın amacıyla çıktığı yolda kendisine dürüst olamamakla suçlanmış durmuş. Benim onda izlemlediğim yargı ise bir şeyler için çabalaması. Sabah ezanından önce açtığı dükkanında, hazırlıklara başlaması. Şayet benim için yeterli bir olumlu yargılama bu. Tabii ben bir ilahi gözlemci olduğum için her şeyi tam haliyle göremeyebilirim. Neyse sözüm ona sadece kansızlığım sanırım bununla sınırlı değil. Bugün bizatihi kapıcım tarafından kansızlıkla yargılandım ve sanırım infasızım verildi. Kendisiyle olan hasbihalimizde, bana vaktiyle Suriye'de süren savaş süresince, apartmandaki bazı daireleri uygun fiyat ile göçmenlere verdiğini ifade etti. Ve bundan pekala memnun görünüyordu. Ancak kendisine deprem zamanı evi hasar aldığında neden şuan oturduğumuz binaya taşınmadığını ona sordum, hatta oturduğumuz apartmanın fiyatının daha uygun olmasına rağmen neden buraya gelmediğini ona sordum. Aldığım yanıt yine benim kansız olduğum sonucundaydı. Ama netice itibariyle bir şey söyleyemem açıkçası, en nihayetinde ben ilahi bir gözlemciyim, her şeyi göremem ki ben. Varsın yine kansızlığıma çıksın infazım. Kansız olmak çok basit bir hadise aslına bakarsanız. Basit bir eylem bile gerektirmeden, kolayca ulaşabileceğiniz bir mesele sahiden. Ülkemde son zamanlarda, başı boş köpeklerin katlettiği sayısız insanın haberleri dolanıyor sağda solda. Bazı kesimler itlaf edilmeleri yönünde fikir beyanında bulunuyor. Bazı kesimler ise korumalı siteli evleriyle, lüks, şatafatlı arabalarıyla işlerine giderken hayvan dostlarının öldürülmesine karşı çıkıyor. Haklılar. En nihayetinde yoksulun, ağzında salya akan bir it tarafından yem olması onlar adına pek bir şey ifade etmiyor. Aklıma gelmişken bu vaziyetten kaynaklı da kansız diye yargılandım bugünlerde. Ne zor şeymiş kansız olmamak gerçekten. Vicdan, istikbal, doğru, hırs, niyet, örtü, etek, yaprak, bilim, it, bina, savaş, barış ve her şey ne kadar sizin doğrularınız kadar özgür ve gerçek sahiden. Bugünlerde kansız olmak ise bizim gibiler için ne kadar kolay gerçekten. Şimdi kıymetli balkonuma, kıymetsiz bedenim ile gitmek mecburiyetindeyim. Kansız bir sapık olarak, kanlı, vicdan sahibi ve bir o kadar da haklı insanları ilahi gözlemlerim ile seyir etmek istemekteyim. Görüşmek dileğiyle. 

22 Haziran 2023 Perşembe

Günce 23.06.23

Bir perde açılmalı gözümde. Öyle görülmeyeni görmek için değil. Tam aksine artık görmemek için. Sağır olmam gerek duymamak için ve düşünmemem gerek yaşayabilmem için. Bu şehrin kirli yağmuru ıslatmamalı bedenimi artık. Sesiyle ortalığı yıkan şelalede çırpınmam lazım. Anlatamıyorum derdimi, derdim dert olsa bari. Bu soluk ışık yetmiyor işte, aydınlatmıyor gecemi. Gerçi bende de görme eylemine karşılık bir çaba yok. Zaten artık görsem ne fayda, ışık söndü, etraf karardı. Bir ben kaldım geriye bir de benden bir kaç parça. Ne dediğimi bilmiyorum. Sahi uzun zamandır ben ne biliyorum ? Sanırım hiçbir şey.
Bazen hissedebilmek için ağlıyorum. Eylemlerim beni bir sonuca ya da sebebe bağlı yaşatmıyor. Hislerim kabuslarımda beliriyor. Kalbim korkuyla uyandığımda atıyor. Yüzüm, yüzüm uzun zamandır gülmüyor. Öyle metinde yazmak kadar kolay değil bu iş. Ya da bir kaç satır cümle okumak gibi değil. Her seste, her irkilişte ölmek gibi bu. Artık içimde kendime ait özlemler barındırıyorum sadece. Dediğim gibi körelmiş gibiyim. Gerçi öyle söylemedim sanırım. Ama ne fark eder. Her şeye ve ve evet yine en çok kendime körelmiş gibi her şeyim. Bencilim ve bencilliğimin yanı sıra en kötüyü ve en güzeli (son zamanlarda değil) sadece kendime layık görmekle meşgulüm. Aman kendimi yermemin bir manası yok zaten. Kendim konuşup, kendim dinliyorum. Ve evet son zamanlarda iyi bir dinleyici değilim. Artık kendime bir şey söylemiyorum, küsmüş gibiyim. Anlatsam da bir şeye bağlanmıyor. Diğer insanların söylediği şeylerde şeyler olarak kalıyor kendimde. Bu filmin bir türlü sonu gelmiyor. Sürekli olarak başrolden çıkmaya çalıştım. Yan roller bana izin vermiyor. Ve başrol olmanın artık bir faydası kalmadı benim için. Ben artık kendi hayatımın ara sahnelerinde var olmak istiyorum. HAHAHAH. Öyle mi olacakmış. Bu kadar edebi söylem yeterli. Tüm bu "ben" döngüsünden sıkıldım. Pek sayın bunu okuyan sen, sahi sen kimsin ? Gerçekten var mısın ? Sen olarak ya da ben olarak, gerçekten var mısın ? Benim hayatımda ya da kendi hayatında var mısın ? Eğer beni soruyorsan ben kendi hayatında yok olmaya çalışan bir kimseyim. Ama senin hayatında olacaksam neden yok olayım ? 

23 Nisan 2023 Pazar

Yama

Görüp geçmek lazımmış bakabilmek için. Odamın içinde kurduğum dünya kadarmış görebildiklerim. Yaktığım sigaranın bitişi kadarmış tüm aklımdan geçenler. Düşkünü olduğum dünyaya şöyle bir oflamak kadarmış bütün iç çekişlerim. Özgür sandığım bedenimin içinden bir kuşu izlemek kadarmış ömrüm. Bir yuvanın sıcaklığında kaybolmaya çalışmakmış benimkisi. Bir duvara asılı tabloda saklanıp, kalabilmekmiş bütün korkumun esiri. Yazın rastgele keşfedilen şarkı gibiymiş bütün arayışım. Kirli çay bardağının dibinde kalan soğumuş çay kadarmış içimde tuttuklarım. Öyledir ya zaten hep; kalır, olur, biter ve solar gider. Barış'ın cacığı sönük kalır yanımda. Ot bitmeyen memleketimde olduğu gibidir çoğunlukla. Neyse toparlayalım biraz konuyu. Sahi konu neydi ? Zannedersem onu kaçıralı baya bir oldu. Takip edemeyince hızı, şöyle yaslandım bir geriye ve izlemeye başladım olup biteni yalnızca. Uzak geliyor artık en yakınımda diyebileceğim sayısız şey. Bazen kendim bile. Güneşe tünemiş kuş gibi kalıyorum orta yerde, kendi içimde bir yerlerde. Çatlak duvarların arasından sızıyorum bazen varabilmek için. Yoruyor tabi bir müddet sonra. Yolu takip etmek zor geliyor, tabi görünürde bir yol varsa. Bir kavşağın tam ortasında öylece kaldım. Ne hareket edebiliyorum ne de sağa geçebiliyorum. Geçebilmeyi düşünüyorum ama istiyor muyum bilmiyorum. Sayısız ses işitiyorum sağımdan solumdan. Sahi nerede duracağım ben, daha hareket etmemişken ? Sürekleye sürükleye attım kendimi buraya. Şimdi vakit durmak vaktidir. İyisi mi ben şöyle biraz daha durayım. Varsın olsun ortada kalayım. Çekileceğim vakit düşünürüm.

31 Mart 2023 Cuma

Zamanın yarattığı kaotik salaklık üzerine 2

Rastlantılar sonucu meydana gelmiş gibi her bir parçam. Öyle tekdüze bir zaman aralığında, birden olmuş gibi değil. Tabii aslında her insan için bu böyle belkide. Ama şöyle bir geriye baktığımda sanki her şey sanki hep vardı ve öyle devam etti 19 sene boyunca. Öyle böbürlene böbürlene ayrı zamanlarda olmuş gibi değil. Salaklaşıyorum saniyeler,dakikakalar,saatler,günler ve seneler geçtikçe. Ermişim ermemişim kimin umrunda. Ben kendimi tanıdıkça insanlara yabancılaşıyorum. Eee öyle kolay mı alışagelmişin dışında bir şeyle karşılaşmak, sonra onu anlamaya çalışmak ve her anladığını sandığında git gide yabancılaşmak. Özüyle bir bütünü içselleştirmek sahi sandığımız kadar kolay mı? 
Kendimden beklemezdim dediğim ne varsa birer birer çıkıyor meydana. Kendini bütün olarak tanımak sanırım bu yüzden böylesine ağır bir yük ve böylesine can sıkıcı bir hezimet. Zaman diyordum, onu unutmamam lazım. Tabi bu zamanla beraber gelişen yabancılaşma durumuda unutulmamalı. Korkarak yaşamak bir saçmalıkken, kendine zamanla yabancılaşmak başlı başına bir kaos. Korkarım ben gün geçtikçe sanki kendimi daha çok anlıyor gibiyim. Tüm bu süre zarfında aslında ne çok yabancı kalmışım ona. Şimdilerde ise daha iyimser yaklaşıyorum gibi. Zaten yabancılıkta yavaş yavaş bittiği için, birbirimizi daha iyi anlıyor gibiyiz. Zaten bu kaotik ve pislik barından dünyada, birbirimizden başka kimimiz kaldı ki?
Başka insanların başka şeyleri hep vardı, hep olacak. Tüm bu koşuşturmaca arasında unutulan benlik duygusu aslında çok ama çok trajikomik. Ben eskiden hep benden bahsederim sanardım, ben ben olalı hiç tanıyamamış meğersem beni. Hatamın farkındayım ya da belki sadece öyle olmasını umuyorum. Tüm bu egzajere olayların bir sonucu olmalı. Tanıdığımı sandığım ben, belki sonuçlara değil hep nedenlere baktı bu zamana kadar. Ancak sonuçlardan asla kaçınılmamalıydı. Bir bütün olarak baktığımda bir sonuçtan ibaretim. Bugün baharın 2. ayı, doğumuma 8 gün kaldı. Nedenlerle doğdum, sonuçlarla öleceğim. Ne malum belki yine yanılırım. Bunları söyleyen ben miyim sanki ?

20 Mart 2023 Pazartesi

İstanbul'un Ağrısı

 3-4 gündür sol ön dişimde şiddetli bir ağrı var. Ama bu ağrı yalnızca su içtiğimde ve nefes aldığımda acı veriyor. İşte bana sorsalar İstanbul nasıl bir yer diye; habersizce gelen bir nefes ve alınan bir yudum damladan geriye kalan acı gibi. Spontane bir zamanda vuran bir ağrı gibi kendini hissettiren, ancak o sancılı ağrı olmadığında hiçbir anlamı olmayan diğer şehirler gibi durgun ve yalnız. Biliyorum hiçbir şey bildiğim yok burası hakkında. Bildiğim tek şey bana tahsis edilmiş odamda gizli gizli içtiğim sigaram. Ve o camdan kendimi her sarkıttığımda içeriye girmesini engellemeye çalıştığım dumanım. Kedimin bir kanepeye işemesi sonucu 3 gündür kokusunu çıkarmaya çalıştığım bir mücadele sanırım bunların tamamı. Yorgun gibi geldi ilk defa bu şehir bana. Sıkılmışta aynı zamanda insanlarından. Atması gereken bir yükü var gibi. Sesini dinliyorum geceleri camımın önünden bu beton yığınının tekrar ettiklerini. Öylesine mahsun, öylesine derbeder bir halde ki, çığlıkları kulağımda yankılanıyor sanki. Susmayı bilmelisin bazen, bir şehir olsan dahi. Koskoca insan susuyor, şehir mi susamayacak

 İnsanlar gördüm; yüzlerinde bir parça umudu dahi kalmamış beton müdavimleri. Olmak lazımmış gibi olmaya çalışan niceleri. Sahiden olmak için, bu kadar olmaya çalışmak gerekli mi ?  

Kuşkusuz bu şehrin artıklarından olmayanlar çiftler olmalı. Öylesine mutlu, öylesine huzurlu olabilmek için bir değil iki olmak gerekli sanırım. Zaten hep eksiğimiz iki olamamak değil mi ?

 Mutfakta ekmeğime sıktığım mayonezin tadını özleyecek olmam benim için bir acı örneği sanırım. Alıştım gibi sanki buraya, öyle görünüyor olabilir ama değil. Alıştığım şey kendim ve bla bla bla. 

Öyle garip bir yer bura, diğer her yer gibi. Birini gördüm otobüste; varla yok gibiydi. Ağzı burnu donmuş, gözleri gökyüzü gibiydi. Elleri kırışmış, vücudu yorgun, saçları sicim gibiydi. Sordum ona içimden; neydi seni bu hale getiren ?                                                                                                            Yanıt bariz belliydi. Bu beton yığını onu da sindirmişti. Dış cephesi çatlamış, içeriye tüm soğuğu almış ancak camları temiz kalmış.                                                                                                                        Görmek yeterliydi dışarıyı, görülmediğini sanarak. Öyleydi o da görüyordu, ancak görüldüğünü bilmiyordu.

İstanbul

2023

Acı şekerleri

Akülü arabaları rüyamda görürken duyduğum sevinç ve rüya oluşunun farkındalığıyla belirginleşen acı; işte öyle bir acı benimkisi. Farkında olmak; bu değil mi bir avuç dolusu beynime verilen morfin ?
Değil galiba. Kaskatı kesilmek gibi bu. Ya da yeni aldığım bisikletle babamın çiçekleri için yeni hazırladığı çukura düşmek. Bu da değil sanırım. Kollarım kan içinde çünkü, ancak acı yok. Dizlerim mosmor, ancak his yok. Bu böyle olmamalı sanırım, doğru tarifi bulmuş sayılmam. Fazla doz bir ilacın açtığı zehir gibi bu belki ya da değil. Ne fark eder ki ? Tamam konumuza dönelim. Evet bir,iki,üç tıp. Olmadı sanırım dalamadım acının kör kuyusuna. Aman ne komik zamanlama. Dönüşler olmalı bazen bana göre. Ama öyle gayriihtiyari olmalı bunlar. Daha çok bir bebeğin zıbına sokuluşu, bir ölünün kefene sarılışı gibi; mecbur ve bir o kadar da düşünmeden, beklemeden. Dönmeye ihtiyacım var biliyorsun sevgilim. Aidiyetimi sarmalayan o tonla şeye köpek gibi hasret çekiyorum. Bir kaç senedir onlardan birinin içinde bulunduğun için mutluluk duyabilirsin. Ne yapayım böyleyim işte ben de. Uzak kalınca anlıyorum bazı şeyleri ya da dahada uzaklaşıyorum tümden o "bazı şeylerden". Kendimden kopuk gibiyim zaten biliyorsun. O bana sununmuş bir alın yazısı gibi. Ben de hiç kuşkusuz onu reddetmeye çalışmıyorum. Seviyoruz böyle birbirimizi, karışmayın bize zaten. Seviyoruz dedim; evet sevdiğim şeylerde var. Bir var, iki var, sen var. Yarın bazı şeyler için yorgun olabilirim sevgilim, zaman beni rahat bırakmıyor. Biraz öyle, biraz böyle deşmeden duramıyor yaramı. Neyse yaradır bu; temizlenir, sarılır, bir güzel öpülür ve iyileşmeye bırakılır. 

İyileşince bırakılmamalıdır.


İstanbul
2023

1 Ocak 2023 Pazar

Evlatlar babalarını hep hatırlamak istedikleri gibi hatırlarlar

 Hayalimde kurduğum şekline öylesine alışmışım ki, yıllardır öyle yaşatıyorum seni ya da öyle yaşattığımı sanıyorum. Kalbim ara sıra seni kaybettiğimi sanıyor herhalde, ondan böyle acıtıyor canımı. Anlayacağını bilsem yüzüne haykırırdım belki, ama yok o da olmaz biliyorum. Benim karşımda sen dilsiz, sağır ve körsün. Ömrümü hep birilerine kendimi anlatmaya çalışmakla geçirdim ve işte şimdi bu haldeyim baba. Beni anlaşılmaya mecbur bıraktığın için böyle her şey. 

 

11 Kasım 2022 Cuma

Fallen Angel

Tüm serzenişlerimin bütünleşmiş görüntüsü tam olarak bu resim. Bilmem siz bu resme bakınca ne görüyorsunuz, ancak ben kendimi görüyorum. Kabul edilmesi ne kadar zor olsada, şeytana empati yapabilme yetisini bana kazandırıyor. Belki bu bir kazanç değildir, aksine bir kayıptır belki. Ancak kimin umrunda ? İçimde ve gözlerimde bir kin, öfke, nefret yok onun aksine. Ama mutlak derece kırgınlığın ve acının bir görüntüsü var. Ve kaybetmenin o soluk gerçekliği. Çok küçükken ağladığımda; bir aynanın karşısına geçer, kendimi izlerdim. Yüzüme baktığımda acıdığımı hissederdim. Tüm olanlar karşısındaki kendime, acıdığımı. Şimdi bakmaya cesaretim yok sanırım. Çünkü acımakla bitmeyecektir hissedeceklerim. Şeytan bu tabloda yüzünü saklamaya çalışıyor mu bilmiyorum. Ancak eğer saklıyorsa, saklamasının nedenini anlamak çok zor olmamalı. Duygular patlak verdikleri an asla saklanma gereği duymazlar. Ve onların açığa çıkışıyla birlikte beden kendine engel olmak ister. Yüzün bir bölümü engel olmak ister ama başaramaz. Gözler engel olmaya çalışır ama başaramaz. Dudaklar, kaşlar dener dener durur. Ancak geriye yüzü saklamak kalır. Tıpkı diğer duyguları saklamaya çalıştığımız gibi. Bazen kendime bile söylemeye çekindiğim şeyleri, vücudumun benden habersiz herkese söylemesi işin en kötü tarafı bence. Her neyse gel gelelim Lucifer'e: İçi hiddetle dolmuş, öfke, kin ve kalp kırıklığıyla bütünleşmiş biri o. Belki suçu kibri ve başkaldırısıdır. Ancak ona tüm bu anlamları kazandıranın ve o anlamlara göre var olmasını sağlayanın suçu hiç yok mudur ?

2 Kasım 2022 Çarşamba

Sessizliğin Sanrıları

Sus artık ve lütfen saçma, vasat grubunla hazımsızlığına devam et. Çünkü duymak zorunda değilim, görmek zorunda değilim. Ama sen ya ? İşte sen göstermeye devam et. Duyurmaya devam et aziz dostum. Yoksa nasıl fark edilirsin gözümün içine içine girmezsen? Bütün varlığınla, hiddetinle sok gözüme her şeyini. Nasıl olsa görecektir biri. Biraz bağıra bağıra konuş, hatta yırt kıçını başını ve ben burdayım diye varolmaya çalış. Meselenin anlaşılmak olmadığını biliyorsun dostum. Çünkü sen anlaşılmak ya da anlatmak istemiyorsun. Sadece göstermek ve daha fazla görülmek istiyorsun. Çünkü bir parmak dışkı parçasından farksız olmadığını biliyorsun. Ve böyle devam ederek aciz varlığını sok gözümüze gözümüze. Sahte kahkahanı, gülünç ve utanılası suretini bizimle paylaş. Paylaş ki kendimizden utanmaya yüzümüz olsun. Yoksa nasıl fark edebiliriz kendimizi. Safsataların boyunduruğu altında yaşamak ne zor olmalı. Ne zor olmalı ki, insan kendini böyle bir paçavra kadar değersiz kılsın. Ama senin adına üzülmüyorum can dostum. Senin adına üzülebilmem için tamamen senden farksız olmam gerek. Ama ben de aynıyım dostum. Belki tamamen aynı olmasakta benzeriz dostum. Ben görülmeye çalışırken senin aksine kendi aciz varlığımı kabul edebiliyorum. Ve insanlara gürültü yaparak varolduğumu kanıtlamaya çalışmıyorum. Onların diplerine gidip, gözlerinin içine baka baka girmeye çalışmıyorum. Uzaktan uzağa izliyorum yalnızca. Ve beraberinde ufak kibarlıklarla etkiyi üzerime çekmek yerine, yabani bir dağ ayısı gibi reddediyorum tekliflerini. Gerçi bunu sanırım tam olarak gerçekleştiremedim, halen insanları kırmaktan köpek gibi korkuyorum. Ve onlara sahte olmayan yüzümü gösterirken, iyi davranmaya çalışıyorum. Belkide dünya henüz en kötü tepkiyle karışmaya hazır değildir. Ve bunun beraberinde saçmalıkları tümden reddediyorum çünkü buna uygun bir yapım yok. Bu belkide en zor olan kendim için. Çünkü saçmalığın yeminini etmiş insanlarla aynı çatıda olmam, her şeyi en ağır şekilde hissetmeme sebep oluyor. Yoruyor dostlarım beni, çok yoruyor. Bu milenyumun eserleri defolu olarak etrafımızda dolanıyor. Buna ben de dahil herkes öyle. Ve her şeyin ötesinde, tüm bunların beraberinde ben; "ben sessizliğimle fark edilmek istiyorum dostlarım." Ve varsın olsun çığlıklarım duyulmasın, ya da belirmeyeyim insanların diplerinde. Ancak ben bir şekilde anlaşılmaya mecburum dostlarım. Ama bunun beraberinde kendimi biraz olsun aklayabilirim. Çünkü zaman geçtikçe bu vasatlığımın tesiri azalıyor, git gide kendimi kendime anlatmaya çalışıyor ve yine aynı sessizlikle göstermeye çalışıyor ve de bu şekilde anlaşılmaya gayret ediyorum. Nerden baksan erdemli bir hareket ha :)

29 Ekim 2022 Cumartesi

Mesele falan değildi öyle, To be or not to be kendisi için;

Günlerdir bir şey yazamıyorum. Bu yüzden benim yerime daha önce yazmış olan birinden bir kaç bir şey aktaracağım.

- Yeraltından Notlar

1-) Ben son derece onurlu bir adamım. Bir kambur ya da bir cüce kadar evhamlı, alınganımdır, gene de öyle zamanlar oldu ki, birisi yüzüme bir şamar aşk etse sevinç duyardım belki. Ciddi söylüyorum; herhalde bunda bambaşka bir zevk, şüphesiz umutsuzluktan doğan bir zevk bulabilirdim; umutsuzluk en yakıcı zevktir, özellikle de içinde bulunduğun durumun çaresizliğini açıkça kavramışsan. Tokadı yiyince, bilinç öyle bir ezilir ki, pestile döner. Bana en çok dokunan, suçlu olsam da olmasam da her zaman bir çeşit tabiat kanununa uyar gibi, herkesten önce kendimi suçlu görmemdi. Bu, ilkin çevremde herkesten akıllı olmamdan ileri geliyor. (Kendimi daima etrafımdakilerin hepsinden akıllı sayar, hatta inanır mısınız, bazen bu yüzden utanç duyardım. Zaten hayatımda kimsenin yüzüne doğruca bakamaz, hep bakışlarımı kaçırırdım.)

2-) Kendimi türlü türlü şekillere sokarak hırpalamamın, işkence etmemin sebebini soracak olursanız, size, boş durmaktan canım sıkıldığı için çeşit çeşit marifetleri denedim, diye cevap veririm ki, gerçekten de öyle. Siz de kendinizi iyice bir yoklayacak olursanız, bunun böyle olduğunu anlarsınız baylar. Kafamda uydurduğum bir hayatı yaşıyordum. Durup dururken, ortada fol yok yumurta yokken kendi kendimi gücendirdiğim çok oldu; aslında hiç sebep olmadığını bildiğim halde kendimi öyle dolduruyordum ki, sonunda gerçekten gücenip içerliyordum.

3-) Hareketleriniz sırnaşıklık, küstahlık dolu olduğu halde, ne kadar korkaksınız! Saçmaladığınız zaman kendinizi pek beğeniyor, ama sert, küstah sözler sart ettikten sonra durmadan ürküyor, özürler yağdırıyorsunuz. Korku nedir bilmediğinizi iddia ederken bir yandan da yaltaklanıyorsunuz. Bizi hiddetten dişlerinizi gıcırdattığınıza ikna etmeye çalışırken, güldürmek için nükteler savuruyorsunuz. Nüktelerinizin hiç de zekice olmadığını biliyorsunuz, fakat herhalde edebi değerlerinden memnunsunuz. Belki gerçekten acı çektiniz, ama kendi ıstırabınıza dahi zerre kadar saygı duymuyorsunuz. Samimisiniz, bununla beraber iffetiniz eksik; küçük bir gurur uğruna ortaya dökmek ve aşağılamak için, içinizde ne varsa piyasaya sürüyorsunuz... Gerçekten bir söylemek istediğiniz var, fakat korkudan son sözlerinizi daima kekeleyip duruyorsunuz, çünkü kafanız işlediği halde kalbiniz ahlaksızlıkla kararmış; halbuki temiz kalpli olmayan kimsenin idraki tam değildir. Ya o yılışıklığınız, sırnaşmanız, kırıtmalarınız ! Yalan, yalan, hep yalan !

4-) O sıralar ancak yirmi dört yaşındaydım. Hayatım o zaman bile sönüktü, derbederdi; yabani sayılacak derecede bir başımaydım. Kimseyle arkadaşlık etmiyor, konuşmaktan kaçıyor, gitgide daha çok kabuğuma çekiliyordum. Vazifemde, çalıştığım dairede kimsenin yüzüne bakmamaya gayret ediyordum. 

5-) Neden benden başka hiç kimse kendisine tiksinerek bakıldığını hissetmiyor ?

6-) Hudutsuz gururum ve bunun doğurduğu aşırı titizliğim yüzünden boyuna kendimle meşgul oluyor, kendimden bazen tiksintiye varan çılgınca bir hoşnutsuzluk duyuyor, başkalarının da bana aynı gözle baktığını düşünüyordum. Mesela, yüzümden nefret ediyor, çirkin buluyor, hatta alçakça bir ifadesi olduğundan şüpheleniyordum; hatta bu yüzden, sırf bu yüzden, her gün dairedekiler bendeki alçaklığı fark etmesin diye kendimi azaba sokarak elimden geldiği kadar serbest bir tavır takınıyor, yüzüme asil bir ifade vermeye çalışıyordum. "Varsın yüzüm güzel olmasın, fakat asil, manalı ve bilhassa fevkalade zeki görünsün." diye düşünüyordum. Ama bir yandan da yüzümde asla bu kadar mükemmel manalar bulunamayacağını kesin olarak bilmenin acısını duyuyordum. En kötüsü, yüzümü son derece aptal buluyordum. Halbuki ben yalnızca zeki bir görünüşe razıydım. Hatta yüzümü zeki bulmaları şartıyla o alçak ifadesine bile katlanırdım. 
   En büyüğünde en küçüğüne kadar dairemizdekilerin hepsinden nefret ediyor, onları küçümsüyordum, ama aynı zamanda onlardan korkar gibiydim. Bazen birdenbire kendimi hepsinden üstün gördüğüm olurdu. Bu hal bana durup dururken geliyordu; ya küçümsüyor ya da kendimden çok üstün görüyordum. Kültürlü, kendini bilen bir adam kendine karşı hudutsuz bir titizlik göstermeden ve bazen nefrete vardıracak kadar kendisini küçümsemeden mağrur olamaz. Fakat küçülürken de , kendimi herkesin üstünde gördüğüm anlarda da her karşılaştığım kimsenin önünde bakışlarımı yere indiriyordum. Hatta bazen filan adamın bakışına dayanacak mıyım diye denemeler yapar, yenilen, gözlerini ilk kaçıran hep ben olurdum. Bu beni kudurtacak derecede üzüyordu. Gülünç görünmekten marazi bir korku duyduğum için tüm kurallara körü körüne bağlıydım; genel havaya seve seve ayak uydurur falan falan falan...


 Şimdi ben buysam, ya sen ?

15 Ekim 2022 Cumartesi

Annem

02:45
Annem, nerden başlayarak anlatılır ki annem ?
Yaşını almış giden, giderken önüne artık bakmayan ve sadece arkasında olup bitenle kalan annem. Dikkat ettim biraz kendime, tüm bu zaman aralığında düşündüklerime, yazdıklarıma, söylediklerime. Ona söylememişim bunca zaman yanımda olduğu halde. Ne oldu da bana kendimden uzaklaşırken ondan da böyle kaçıp gitmişim. Çocukluğumun vazgeçilmez sığınağına ben ne zaman böyle yabancılaşmışım. Annem işte... Bir eli başımda, bir eli sırtımda kendisiyle beraber ayakta. Mahmut Fanya'nın dediği gibi gururdan yapılma bir adam. Annem işte... Var eden beni ve aynı suretle var olmaya çalışan annem. 55 yaşında olmasına rağmen gözlerinde beşli yaşlarının parıltısını, hıncını, azmini, öfkesini, masumiyetini, kırılganlığını, nazını taşıyan annem. Hayat onun damını ara ara yıkarken, her defasında yeniden örüp kendini ve beni ve daha öncesinde yanındakileri koruyup kollayan annem. Ve bize bir damı layık görmeyen babam. Ama ona gerek yok şimdi değil mi ?
Kırıldığında bir şeye küsmüş gibi görünen, silmiş gibi görünen ama içten içe bağrına basıp affetmek isteyen annem işte. Yeni bir şey öğrendiğinde bilginin saf gücüyle etrafını ışıldatan annem işte. Güzel güzel giyinip karşısına çıkıp nasıl göründüğümü sorduğumda hep şaşırmış gibi yapan annem. Ve biri görse bu hangi doktorun, avukatın çocuğu derler diyen annem işte. Kendini onlar gibi olmadığı için noksan gören annem işte. Ama benim için dünyada eşinin benzerinin olmadığını bilmeyen annem işte. Sigaraya ilk başladığım zamanlar hayatımı zindan eden ama şimdilerde birlikte tütün sardığım annem işte. Günde 3 litreye yakın çay içip sigara tüttüren annem işte. Hamile olduğu zaman defterine bebeğim yazarak hayallerini anlatan annem işte. Ailesinden gülmeyen, eşinden gülmeyen ve evladından güleceğine emin olmayan annem işte. 2 saat önce kediye ödül maması almam gerektiğini hatırlamadığım için "artık her şeyi aklımda tutamıyorum" dediğim annem işte. Evet anne unutuyorum ben her şeyi. İlk önce beni ben edenleri unuttum ufak ufak silindiler kendiliğinden. Sonra bir sülük gibi benliğime yapışan parazitleri unuttum. Sonra tümden sevdiklerimi unuttum, unuttum, unuttum ve bir baktım yokum ben artık ortada. Hiç olmamış gibiyim. Ama sen ve bir kaç kişi vardınız, varsınız hep. Sana söylemek isterdim ne kadar yorulduğumu, ne kadar aynı olmadığımı, ne kadar kirlendiğimi, ne kadar tükendiğimi ve ne kadar yalnız kaldığımı. Ama üzülürsün diye söyleyemedim ki. Evladının gözünün önünde eriyişini hangi anne görmek ister ki ? Ya da hangi evlat bunu göstermek ister anne. Sen de ananeme göstermedin anne. Belki bir çok kere tükendim diye haykırdın ama hiç göstermedin. Küçükken, ikimiz yalnızken tek istediğim yetişkin olup senin yanında olduğumu sana göstermekti. Evet şimdi yetişkinim anne ama gösterebildiklerim bu kadar işte.

13 Ekim 2022 Perşembe

Tecavüzü Meşrulaştıranlar Üzerine

Görülme istekleri çok bariz insanlar topluluğu olarak bugün popüler kültürün bariz emperyalist kalıntılarının yüzümüze yüzümüze vurduğu bir kahve zincirindeyiz. Ekonomik kültürel ve demografik bütün sorunları hiçe sayarak acınası varlıklarını göstermeye çalışan onlarca insan görüyoruz. Bir o kadar korkak, bir o kadar gösteriş meraklısı ve bir o kadar sahte olmak işten içe kendilerini utandırıyorlar olsa gerek diye tahmin ediyorum. Farkında olmadan göründüğümüzü sandığımız bir aynanın karşısındaymış gibi tezahür ettiğimiz kişiliklerin başka bir gözle bağıntısının olmaması gerçeği içten içe rahatsız ederken, kendi yalanlarımızın tatlılığı bu kadar bariz, bu kadar göz önündeyken çevremdeki insanlar ve kendim dahil olmak üzere... Acıyorum. 

Kakofoni; kendi sesine tahammülü olmayanların, diğerlerine zoraki, coşkuyla tacizi meşru gördükleri insaniyet yoksunluğu.

Bazen sadece dinlemek daha hoş değil midir ? Göğün gürültüsünü, yağmurun sokakları döğüşünü dinlemek... 
Acaba elimizdeki fırsatların, güzelliklerin farkında olmayabilir miyiz ? 
Acaba sandığımızdan daha kör olabilir miyiz ? 
Ne yapmaya çalışıyor ve ne elde ediyor olabiliriz ? At gözlüklerimizi kendi irademizle gözüme gözümüze sokup bunun memnuniyetini yaşamak mantık doğrultusunda mıdır ? Bir rüya, bir yağmur bazen göğün alaca mavisi yeterince muhteşem değil midir ? Doğaya yaptığımız bu reddi mirasın sebebi nedir ? Mutluluğu reddetmek bu kadar basit midir ?

Öyle sanıyorum ki sıcak bir bardak çay içmek, göğün çocuklarını katlini izlemek yeterince lezzetlidir. Kara kapaklı kitabımın duman sarısı sayfalarını doya doya hissetmek gayet tabiidir.

- Ahmet Atalay BUDAN 

Direkt kopyalayan : Heren 

Havada Bir Hinlik Var

Durmak bilmez taşkınlarıma zamansız bir şekilde set çekebilmeyi bazen seviyorum. Gündelik yaşamın beraberinde getirdiği monotonluğu, en azın...